31 Ekim 2010 Pazar

Doğruluk üzerine.

"-bize tanrıdan bahsetmemişlerdi!" dedi.

ayaklarında neredeyse yırtılmak üzere olan ayakkabılarıyla odaya girdi, babasına baktı.
derin ve kuşkucu bir bakıştı bu. Ellerini ovuşturdu -belli ki üşüyordu-. Düşünme içgüdüsünü engelliyordu üşümek. Fakat o aralıksız bir biçimde düşünmek istiyordu. Doğru olan ile gerçek olan arasındaki o ince çizgide, bir şeyler arıyordu. İyi olmak ile, iyi yaşamak.. Bir biriyle tamamen zıt kavramlar. Şimdi bu kavram karmaşasının sırası değildi. Babasına söylemeliydi, o ayakkabıları çalamadığını söylemeliydi. Babası için bir iyilik yapmak isterken, yine dönüp dolaşıp kendi iyiliğine bir şeyler yaptığını anlatmalıydı. Gerçek olan buydu. Fakat, doğru olan... Olması gereken o ayakkabıları çalmasıydı! Günahlar, doğru zamanda işlendiğinde affedilebilirdi. Gereksiz iyilikler için, tanrı asla karşılık vermezdi. Yaptığı bu gereksiz iyiliğin karşılığını alacağına inanıyordu, alamayacağını bile bile. Babası için, sadece bir çift ayakkabı çalmalıydı.
O hasta ve yaşlı adam için bir iyilik yapmalıydı. Yapamadığı bu suçun bedelini, yarınlarda başka suçlar işleyerek ödeyecekti.

Ufukta bir umudunuz var ise,
durun! koşmayın!
bırakın, umutlar denize insin.
bir yelken ile,
usulca size gelsin.

1 yorum: