11 Temmuz 2010 Pazar

1. sayfa

dünyayı değiştimeye kendinden başlayan bir adam kendinde tıkanıp kaldı. oysa büyük umutlar besleyen dostları, sevgilisi ve ailesi vardı. artık kimse yoktu. kulakta hafif bir kederlik müzik iniltisi ile yoluna devam etti. onun yolu kendinde tıkanmak ve orada kalmaktı...

çok zaman geçmemişti, henüz 2 gün önce bir rahip, gitmek için yola koyulduğu kilisesinin yolunu kaybetmişti. yolda giderken karşılaştığı bir gence, kilisenin yolunu sordu..

-sende mi kendinde tıkandın kaldın? cevabı rahibi oldukça şaşırtmıştı.
-üzgünüm, sizin gideceğiniz yol belli zaten. gideceği yolu belli olan bir insan nasıl tıkanıp kalır ki? lütfen şu sağdaki yolu takip edin. 1 saatlik yürüşten sonra kiliseye ulaşacaksınız. iyi günler.

sessiz adımlarla ilerlerken yolda bulduğu ufak tefek gazete parçalarnı eline alıyordu. -eski olmalılar- dedi. oldukça da eskilerdi zaten. parçaları alıp, göz gezdirmeye başlamıştı. "sessiz biçimde hayatını kayb" diye bitiyordu bi yer.
sessiz biçimde hayat kaybetmek, kötü olsa gerek. insan ölürken genelde bağırmayı ister hep, neden sessiz ölürüz ki.. üstelik yarım kalan bir cümlemiz olur ölürken. hep söylenmek isteyen ama son nefese yetmeyen. belki de insanın hep söyleyecek bir son cümlesi vardır? yok mudur? bence vardır. siz de biliyorsunuz, vardır. hangimiz ki sevdiğimiz bir insandan ayrılırken son olarak söylemek istediğimiz cümleyi tam olarak bitirebildik ki? "hoşçakal" ile bitirmeye çalışıp "bir şey daha mı söylesem" diyerek içimizde çekip gideriz. sanırım ölmek de böyle bir şey.

gün akşama henüz varmadan, şehire ulaşması gerekiyordu. yaşanması gereken bir hayat ve kazanılması gereken bir para var! düşündükleri ne kadar onu hayattan soyutlasa da, düşünemedikleri ya da düşünmeyi istemedikleri için birazçaba göstermeliydi..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder